Malta Turizm Ofisi ve Heritage Malta işbirliğiyle Rahmi Koç Müzesi’nde gerçekleştirilen “Tarihin Tadına Bak” adlı etkinliğe katılan konuklar İlber Ortaylı’nın anlatımıyla Akdeniz’in tarihini gastronomi perspektifinden dinleyerek tarihi tariflerle hazırlanmış yemeklerin tadına baktılar.
Davette turizm, gastronomi ve basın camiasının önde gelen isimleriyle birlikte tarihçiler, diplomatlar, dernek ve STK temsilcilerinden oluşan seçkin bir kitle ağırlandı.
Yemeklerin Hikayesinde Tarihi Bir Olay Yatıyor
Heritage Malta tarih küratörü Liam Gauci etkinliğin konuklarına gece boyunca servis edilen yemeklerin hikayelerini anlattı. 1760 yılında Osmanlı donanmasının armada gemisi Burç-u Zafer (Corona Ottomana) tayfaları arasındaki bir Hırvat olan Pietro de Giovanni Zelalic’in çıkardığı isyanla kaçırılarak Malta limanına sığındı. Bu duruma çok sinirlenen ve iki ülke arasında uluslararası bir sorun çıkmasını engellemek isteyen Fransa, gemiyi Malta’dan satın alarak Osmanlı İmparatorluğu’na hediye etti. Küratör Liam Gauci bu akşamki yemeğin temasının geminin bu yolculuğundan esinlenerek şekillendirildiğini, gemide bulunan Fransız ressam Antoine Favray’in tablolarından ve geminin kayıtlarından yola çıkarak kuzu yemeği, safranlı pilav, istiridye turşusu, pandispanya gibi yiyecekleri gecenin konukları için özel olarak hazırladıklarına değindi.
Tarihi Yemeklerin Tarifleri
Bu özel gecenin yemek menüsünde başlangıç için usta şeflerin şık sunumuyla lezzetli tadı kadar zengin görselliği olan salamura istiridye hazırlandı. İstiridye kabuğu içinde kokulu yeşilliklerle hafızalarda yer bulan yeni bir tat oldu.
Sonrasında ara sıcak olarak gelen nohut çorbası vardı. Bu çorbada kullanılan doğal organik malzelemelerin tadı ve kokusu oldukça özgün bir lezzet olarak damağımızda kaldı. Çorbada kullanılan karabiber, tarifin yazıldığı 18. yüzyılda Hindistan ve diğer Uzakdoğu ülkelerinden gemilerle Malta’ya getirilen ve soyluların damak tadına hitap eden bir malzeme.
Ana yemek olarak yerini alan kuzu biftek de tarih arşivlerinden çıkarılan özgün tariflerden yararlanılarak hazırlandı. Tuz ve karabiberle marine edilerek pişirilen bifteğin sunumunda safranlı pilav yer aldı. Pilavın tadını zenginleştiren safran da yine 18. yüzyılda İran ve Anadolu topraklarından gemilerle Malta’ya ulaşıp oradan da soylu Avrupalı ailelerin sofralarına taşınıyordu. Bugün olduğu gibi o dönemlerde de safran tedariği zahmetli, maliyeti yüksek bir bitki olduğundan lüks bir baharattı.
Ana yemekten sonra sunulan pandispanya tatlısını hemen herkesin bildiğini tahmin ediyoruz. Ancak bu tatlıyı özel kılan yine Afrika topraklarında üretilen kakaonun ve kahvenin Avrupa’ya gönderilmek üzere çıktığı Akdeniz yolculuğunda Avrapa’dan önceki son durak Malta’dan geçiyor olması. Tarçın da yine Uzakdoğu ülkelerinden yola çıkıp Avrupa’ya giderken Akdeniz’in incisi Malta’ya geliyor.
Seçkin davetlilerin damak tadına sunulan her bir tadın hikayesini anlatan Liam Gauci Malta’da dondurmanın nasıl yapıldığından bahsetti . 18. yüzyılda henüz elektrik bulunmadığından dondurma için kullanılan buz yüksek dağ tepelerinden toplanıp Malta Adası’na gemilerle geliyormuş. Malta’ya gelen karların buraya en yakın dağ olan Sicilya Adası’ndaki Vezüv’den gelmiş olması muhtemel.
Peki nadir elde edilen bu baharatlar Malta’ya nasıl ulaşıyordu? Yine Liam Gauci’nin anlattığına göre, ticaret yolları üzerinde bulunan Malta’dan geçen seyyah ve tüccarlar arayıcılığıyla dünyanın dört bir yerinden gelen baharatlara Maltalıların erişme imkanı bulunuyordu. Örneğin o dönemlerde yapılan yemeklerde kullanılan karabiber Hindistan’dan, safran Anadolu ve Ortadoğu’dan, kahve Afrika’dan ve tarçın da Uzakdoğu’dan temin ediliyormuş.