Ankara deyince çoğumuzun aklına şehrin müzikal repertuvarı gelir. Birbirinden hareketli, duyanı coşturan, birçok düğün merasiminin vazgeçilmez ezgileridir Ankaralı türküler. Yandım Şeker’den Misket’e, Hüdayda’dan Ayaş Yolları’na kadar birçok türkü Ankara’nın kültürel kodlarını saklar. Bir de içinde yemek adlarının olduğu türküler vardır ki söylenirken iştah kabartır. Kara koyun etl’olur, kavurması datl’olur der bir ozan. Diğeri, gözleme yaptım yağlı yağlı der. Bulguru kaynadırlar ise nerdeyse tüm Türkiye’nin ezbere bildiği bir türküdür. Ancak biz bu yazımızda Ankara’nın kavurması, gözlemesi ve bulgurundan öte bir lezzet olan ve az bilinen İnceğiz çorbasını sizlere tanıtmak istedik. Öncesinde Ankara’nın tarihçesine bir göz atalım:
Ankara her ne kadar Türkiye’nin başkenti konumunda olan bir şehir olsa da aslında birçok medeniyete de merkezlik yapmıştır. Helenistik Dönemden Roma Dönemine uzanan tarihçesinde hep önemli bir nitelik taşıyan Ankara, Bizans devrinde imparatorların uğrak yeri olma vasfını korumuştur. Ayrıca Osmanlı Devleti çağında Anadolu eyaletinin göbeğinde duran bir şehir olmuştur.
İlk yerleşim bölgesi olarak ne zamana kurulduğu adına bir tarih saptanamasa da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan tarih öncesi izler, Ankara’nın insanoğlunun yerleşik düzene geçtiği dönemlerde kurulduğunu göstermektedir. Bulgular ve bilim insanlarının yaptıkları araştırmalar, Ankara’da Hititlerin, Friglerin, Lidyalıların ve Galatların hükümranlık sürdüğünü göstermektedir. Bu gözde kentin yerleşik düzeni çok köklü bir tarihe sahip olmamasına rağmen tarihi, en eski olarak Hitit döneminden itibaren takip edilebilmektedir.
Zamanı biraz ileri sardığımızda Ankara 334–1073 yılları arasındaki süreçte Bizans İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalmıştır. Böylece Hristiyanlığın Anadolu’daki önemli bir merkezi olmuştur. 7. yüzyıldaki Sasani akınlarından sonra ise Araplar kenti bir süre ellerinde tutmayı başarmıştır.
Ankara’nın yazgısı 1071 yılında Bizans ordularının Selçuklu Sultanı Alpaslan tarafından yenilgiye uğratılmasıyla sonuçlanan Malazgirt Savaşı ile belli olmuştur. Bu zafer neticesinde şehir nihayet Türklerin eline geçmiştir. Ankara’nın Türklerin eline geçmesi oldukça mühimdir. Çünkü Ankara Kalesi askerî bakımdan önemli bir üstü. Diğer taraftan, Ege liman kentlerinden başlayarak Mezopotamya ve diğer doğu ülkelerine kadar uzanan önemli yollar üzerinde bulunan Ankara, doğal kaynakları açısından da oldukça zengindi.
Ankara en ışıltılı zamanlarını Alâaddin Keykubat zamanında yaşamıştır. Bu dönemde şehir askerî anlamda sağlamlaştırılmış, cami ve medrese gibi dinî ve ilmî eserlerle donatılmıştır. Şehrin altın çağları, Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanındaki Moğol saldırısı nedeniyle yerini zorlu devirlere bırakmıştır. Tüm savunma ve engellemelere rağmen saldırıların önüne geçilememiştir. Sultan Gıyasettin Keyhüsrev Moğol saldırıları karşısında Ankara Kalesi’ne sığınmıştır. Moğol saldırıları sonunda Selçuklu devleti zayıf düşmüş ve bu durum Anadolu’nun İlhanlılar devletinin egemenliği altına girmesine kadar sürmüştür.
Ankara Savaşı’ndan sonra şehrin kaderi tekrar değişmeye başlamıştır. Timur Ankara’dan ayrıldığı sırada, Yıldırım Beyazıt’ın oğlu Mehmet Çelebi padişahlığını ilan etmiş ve böylece Ankara’yı da almıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Anadolu’da bir eyalet örgütü kurulmuş ve Ankara bu Anadolu eyaletlerinden birinin merkezi olmuştur. Şehir 17. yy. başlarında Celali Ayaklanması sırasında isyancıların eline düşmüştür. II. Mahmut’a isyan eden Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın kısa bir zaman hâkimiyetine giren Ankara, tekrar Osmanlıların eline geçmiş ve artık hiçbir istilaya uğramadan bir Osmanlı vilayeti olarak kalmıştır.
Balkan Savaşı sonunda Rumeli vilayetlerinin çoğunun kaybedilmesiyle, batıdaki Türk sınırları İstanbul’a çok yaklaşmıştı. İstanbul Boğazı’nın ele geçirilmesi de oldukça kolaylaşmıştı. Bu yüzden devlet merkezinin İstanbul’da kalması tehlikeli ve sakıncalı görülerek başkentin Anadolu içinde başka bir şehre taşınması düşünülmüştür. Savaş yıllarında en çok saldırı batıdan gelmekteydi ve Ankara bu saldırılara hayli uzak kalıyordu. 27 Aralık 1919 tarihinde, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi” Ankara’ya gelerek 29 Aralık 1919’da yayımlanan bir tebliğ ile bütün milletvekillerine toplantının Ankara’da yapılacağını duyurmuştur. Bu genelgeden sonra 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin merkezi Ankara olarak ilan edilmiştir. 13 Ekim 1923 tarihinde çıkarılan bir kanun ile Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olmuştur.
Başkent seçildiği yıllarda Ankara çok az sayıda binası olan küçük, yoksul ve çorak bir şehirdi. İstiklal Savaşımızın hazırlanıp sevk ve idare edildiği bir merkez olarak Millî Mücadelemizin sembolü haline gelen bu tarihi şehir, 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra giderek büyümüş; yepyeni, büyük ve modern bir görünüm kazanmıştır.[1]
İnceğiz Çorbası
Aktardığımız tarihi arka planının ardından yazımızın başında belirttiğimiz, özellikle kış mevsiminde başkentte oldukça sık yapılan İnceğiz çorbasını anma vakti geldi. Malzeme listesinin başını kuzu eti çeken bu çorba; haşlanmış nohut ve buğday birlikteliği sayesinde iştah kabartmakla kalmaz zengin besin değeri ile öne çıkar. Diğer önemli bileşeni olan semizotu ise çorbanın özgün bir tadı olarak içinde saklıdır. Basitçe hazırlanan sosu sayesinde de gözlere şenlik bir görünüme kavuşan İnceğiz çorbasının tarifine bir bakalım:
Malzemeler
- 50 gram kuzu eti
- 2 yemek kaşığı tereyağı
- 1 yemek kaşığı un
- Yarım su bardağı haşlanmış nohut
- Yarım su bardağı haşlanmış buğday
- 1 demet semizotu sapı
- 5 yemek kaşığı yoğurt
- 2 çay kaşığı tuz
- 1 çay kaşığı kırmızı toz biber
- Üzerine örtecek kadar su ( kaynar olabilir)
Yapılışı:
Çorbamızın yapımına etimizi kavurarak başlıyoruz. Küçük bir tavaya aldığımız et suyunu çekince üzerine bir yemek kaşığı tereyağı ekleyerek kavuruyoruz. Etimiz piştiğinde çok küçük doğrayıp haşlanmış nohut ve buğdayla beraber geniş bir tencereye alıyoruz. Tencerenin üzerini örtecek kadar sıcak suyumuzu ilave ediyoruz. Malzemelerimize ek olarak çok ince doğranmış semizotu saplarını da tencereye ilave edip tuz ekleyip karıştırıyoruz. Ardından pişmeye bıraktığımız çorbamızın terbiyesinin yapımına geçiyoruz. Elimizdeki yoğurda un ve su ekleyerek çırpıyoruz. Yoğurdun kesilmemesi için tenceredeki çorbanın suyundan biraz yoğurtlu karışıma ekliyoruz. Sonrasında iyice özdeşleşen karışımı usul usul tenceremize ekliyoruz. Çorba kaynamaya başlayınca kısık ateşte bir beş dakika daha kaynatıp çorbamızın altını kapatıyoruz. Çorbamız servis öncesi dinlenirken küçük bir sos tavası ya da tenceresinde kalan tereyağımızı eritiyoruz. Kırmızı toz biber ilavesinin ardından ocağı hemen kapatıyoruz. Servis kâselerine aldığımız çorbaların üzerlerine bu yağlı sosu gezdiriyoruz.
Oldukça özgün ve damakları şenlendirecek İnceğiz
çorbamız yenmeye ve şifa sunmaya hazır! Afiyet olsun!
[1] http://ankara.gov.tr/tarihce#:~:text=Ankara%20ad%C4%B1n%C4%B1n%20kayna%C4%9F%C4%B1%20kesin%20olarak,Angora%20ve%20nihayet%20Ankara%20olmu%C5%9Ftur.