Kahve fincanlarımızın tabaklarını süsleyen, Ramazan ve Kurban Bayramları‘nda yüzlerimizi güldüren, günlük konuşmalarımızdaki deyimlerin içinde bile kendine yer bulmuş olan kültürel mirasımız, yani lokum.
Lokum, çoğunluğun günümüzde bildiği hâliyle bir Türk icadı da olsa, kökenleri Pers İmparatorluğu’nu yönetmiş olan Sasaniler’in “Abhisa” isimli tatlısına dayanmaktadır. 17’nci yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyeti dönemindeyse bu tatlının yapımı daha da geliştirilmiş, ismi de o dönemde “boğaz rahatlatan” anlamına gelmekte olan “rahat ul-hulküm” konulmuştur. Dilimizin üzerinde kayıp giderken ferahlama duyduğumuz ve keyif aldığımız bir tatlının böyle güzel bir tabir ile nitelendirilmesi çok da garip değil aslında. Bu isim gün geçtikçe değişime uğramış ve modern Türkçe‘mizde “lokum” olarak anılmaya başlamıştır. Avrupa’ da “Turkish Delight“, yani “Türk Lokumu” olarak bilinmesinin sebebi de 18’inci yüzyılda İngiliz bir seyyahın lokumu İngiltere’ye götürmesi ve kendi ülkesinde tatlıyı bu isimle insanlara tanıtmasından dolayıdır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray mutfağının vazgeçilmezi olan bu tatlının yapımında daha önceleri bal ve meyve şurubu ile kullanılırken, 17’nci yüzyılda rafine şeker ve nişastanın bulunmasıyla birlikte tat ve üretim şekli açısından değişikliğe uğramış ve günümüzdeki hâline gelmiştir.
LOKUM NASIL YAPILIR?
Şeker, çözünebileceği kadar su ile birlikte kaynatılıp karıştırılırırken, bir yandan da sitrik asit başka bir kapta çözdürülür. Süspanse hâle getirilen nişasta, asitle beraber şeker çözeltisine eklenir ve kıvam alana kadar kaynatılır. Ardından tepsilere dökülen karışım yaklaşık 24 saat süreyle dinlendirilir ve hindistan cevizi, pudra şekeri gibi ürünlerle süslenerek tazgâhlara ulaşır.
Yapılışından da kısaca bahsettikten sonra, gelelim lokumun konu olduğu olaylara… Mesela, sinema filmleri. “Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap” filmindeki Cadı’nın, çocuğu kandırmak için her fırsatta ona lokum vermesinin, İngiltere’de lokum satışlarını büyük oranda artırdığını biliyor muydunuz?
Bunun dışında, Yunanistan’ın kendi icadı olduğunu iddia ettiği lokumun Napolyon’un en sevdiği tatlı olduğun söylendiğini biliyor muydunuz? Picasso dahi, çalışmalarına başlamadan önce konsantrasyonunu arttırmak için lokum tüketirmiş. E, daha ne diyelim?
Başka bir rivayet de dönemin İran Şahı‘nın, Yavuz Sultan Selim’e gönderdiği mücevher dolu bir sandıkla alakalıdır. Sandık açılır ve içerisinden güzel elbiseler, değerli eşyalar ve mücevherat çıkar. Ancak odanın kokusu da yavaş yavaş değişir. Aslında gönderilen sandığın an altı dışkı ile doldurulmuştur. Yavuz Sultan Selim’in buna yanıtıysa çok gecikmez ve elçiyi huzuruna çağırtır. Ona gül kokulu lokumlarla dolu bir sandık hazırlamasını ve bu sandığı İran Şahı’na götürüp teslim etmesini emreder. İran Şahı lokumları yedikten sonra, sandığın dibinde bir not bulur. Şöyle yazmaktadır: “Herkes kendi yediğinden ikram eder!”
Tarihimizin içinden gelen, geçmişimize mal olmuş, kendi kültürümüzün bir ürünü olan lokumu yiyin, yedirin, herkese anlatın. Yahut da Üsküdar’a gider iken bulduğunuz mendillere doldurun. Belki katibinizi de yanınızda bulabilirsiniz o vakit…