İnsanoğlu tarafından binlerce yıldır kullanıldığı bilinen tarçın, ilk defa MÖ 2800’lü yıllara ait Çin yazıtlarında karşımıza çıkıyor. MÖ 200‘lü yıllarda ise Mısırlılar kullanmaya başlamış tarçını. Tabii onların zamanında mumyalama işlemi esnasında parfüm niyetine kullanılan Çin tarçını tercih ediliyormuş. Hatta Eski Ahit‘te de tarçının vaftiz törenlerinde kullanılan kutsal yağın içerisine katıldığından söz edilmektedir. Kanıtlar göstermektedir ki, tarçın Antik Çağ‘da da kullanılmış ve esas olarak Arap tüccarlar tarafından Avrupa’ya getirilmiş. Avrupa’yla tanışan tarçın, burada da en az Orta Doğu’da olduğu kadar popüler olmuş.
MS 65 yılında Romalı imparator Nero’nun ikinci karısı Poppaea Sabina’yı anlık bir öfkeyle öldürmesi üzerine, yapılan cenaze töreninde bedeni yakılırken bulabildiği bütün tarçın çubuklarını da beraber yaktırdığı, böylece karısına kendisini bir nebze olsun affettirmek istediği bilinmektedir. Koca Roma’yı yakan bir imparatora birkaç tarçın çubuğunu çok görmemek lazım elbette. Bu arada Nero ve dinlere nasıl konu olduğu hakkında daha fazla söylenti ve hikaye dinlemek isterseniz, geçen yıl yayınlanan ve Morgan Freeman’ın sunuculuğunu yaptığı National Geographic belgeselini izlemenizi tavsiye ederiz.
Dönelim konumuza… Arapların tarçını uzun kara yolları boyunca Avrupa’ya kadar ulaştırması ve doğal olarak taşınmasının zahmetli olması onu daha kıymetli, az bulunan ve pahalı bir baharat haline getirmiş. Özellikle Orta Çağ Avrupası’nda statü sembolü olarak kullanılan tarçın, sadece asilzâde sınıfının kullandığı bir ürünmüş.
Kış aylarında yapılan etler de çekici olması için tarçınla harmanlanırmış. Geniş alanda kullanılmasına rağmen tarçın, Arap tüccarlar tarafından 16. yüzyılın başlarına kadar sır olarak saklanmış. Hatta bu ticaretin tekelini ellerinde tutabilmek ve tarçın için biçtikleri fahiş fiyatların hakkını vermek için, satıcıların bu lüks ürünü nasıl ve nereden temin ettikleri hakkında renkli hikayeler ve dedikodular yaymışlar.
Bir hikayeye göre MÖ 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodot, devasa kuşların insanlar tarafından bozulamayacak ve ulaşılamayacak –çok yüksek dağların tepelerine kurdukları- yuvalarına tarçın çubukları taşıdığını söylemiş. Hatta bu hikâyeye göre insanlar bu kuşların biriktirmesi ve yuvalarına taşıması için öküz etleri sunarmış. Amaçları kuşların etleri yuvalarına götürmesini, yuvaların da etlerin ağırlığıyla aşağı düşmesini sağlamakmış ki tarçın çubuklarını toplayabilsinler. Başka bir hikâyeye göre ise tarçın derin kanyonlarda korkutucu yılanlar tarafından korunuyormuş. Romalı filozof Gaius Plinius Secundus’a göre de tarçın Etiyopya’dan yelkensiz ve küreksiz bir sal üzerinde tek bir adam tarafından getirilmiş.
Sonuç olarak artan tarçın talebiyle başa çıkabilmek için Avrupalılar bu gizemli kaynağı keşfetmeye ant içmiş. Christopher Columbus Kraliçe Isabella’ya yazdığı mektupta “Yeni Dünya”da tarçın ve bitkisini bulduğunu iddia etmiştir. Ayrıca İspanyol kâşif Gonzalo Pizzaro da tarçını Amerika’da bulacağına inanmış ki Amazonu geçip “pais de la canela” yani “tarçın ülkesi”ne ulaşmak gibi bir hayali varmış.
1518’de Portekizli tüccarlar Sri Lanka’da tarçını bulmuş ve Seylan’daki Kotte Krallığı‘nı sırf bu baharatın hâkimiyetini ele geçirmek için kuşatmış ve işgâl etmiş. Daha sonra buradaki halkı esir ederek köleleştirmiş ve tarçın ticaretinin kontrolünü ele geçirmişler. Bu esaret ve kontrol, bölge halkının 1638’de Hollandalılarla ittifak kurup Portekizlileri püskürtmesine kadar sürmüş. Hollandalılar bölgedeki krallığa dokunmasalar da, halkı esaretten kurtarmış ancak tarçın ticaretinin kontrolünü ellerinde tutmuşlar. Sonraki 150 yıl boyunca Avrupa’ya yapılan tarçın ticaretinin tekeli Hollandalıların elindeymiş.
Seylan Adası, 1784’te İngiltere – Hollanda Savaşı sonucunda Hollandalılardan alınmış ve kontrol İngilizlere geçmiş ancak artık 1800’lü yıllarda tarçın eski değerini kaybetmeye başlamış. Dünyanın diğer bölgelerinde de Çin tarçını kullanılmaya başlanmış ve çikolatalar ile harmanlanarak satışa sunulmuş, böylece diğer halklar arasında da popüler hale gelmeye başlamış.
Bugün tarçın ticari olarak iki şekilde karşımıza çıkıyor: Çin tarçını ve Seylan tarçını. İlk olarak Endonezya’da üretilmiş olan Çin tarçını, diğerine göre daha yoğun bir aroma ve kokuya sahip olmasına rağmen daha ucuz. Bugün elmalı tartlarda, “French toast”ta kullanılan ve marketlerde baharat reyonlarını süsleyenler aslında Çin tarçını. Seylan tarçını ise daha yumuşak ve tatlı bir aromaya sahip olmakla birlikte daha pahalıdır. Bu tarçın ise günümüzde daha çok fırıncılar tarafından kullanılıyor. Hatta sıcak çikolata ve kahve yapımında bile kullanımına rastlıyoruz.