Ana sayfa Nerede Ne Yenir? İstanbul'da Nerede Ne Yenir? İSTİKLAL CADDESİ’NDE KEYİF VE LEZZET

İSTİKLAL CADDESİ’NDE KEYİF VE LEZZET

2401
0

Tarihi Yarımada’dan Haliç, nam-ı değer Altın Boynuz ile ayrılan, Beyoğlu Belediyesi sınırı içerisinde kalan en popüler bölgelerden biridir İstiklal Caddesi ve civarı. Bu bölge, Bizans Dönemi’nden günümüze miras kalmış olan Pera ismi ile de anılır. Zira Bizans döneminde yerleşim bulunmayan bölgeye karşı taraf, öte taraf anlamına gelen Pera kelimesinden türemiş Peran Bağları denirmiş.  Cadde, Taksim Meydanı’ndan başlayıp kimine göre Tünel’de, kimine göre Galata Kulesi’nde, kimine göre ise Karaköy’de son bulur. Bana asıl cazip gelen ise ara sokaklardır. Hiç ummadığınız bir köşeden metrekaresi küçük, tarihi veya lezzeti büyük mekânlar her an çıkabilir.

Hafta sonu olduğunda, “Bütün hafta bu İstanbul’un trafiğini, kalabalığını, telaşını, pahalılığını çektin. Şimdi ne olursa olsun keyfini çıkarmalısın. Yoksa akıl sağlığını koruman pek mümkün değil” derim içimden. Bu hafta sonu da İstiklal Caddesi’nde zaman geçirmek istedim. Çünkü bu hafta sonu hava soğuk ve yağışlıydı. Bu demek oluyor ki biraz daha az bir kalabalık bekliyordu bizi. İstanbul’da yaşıyor ya da İstanbul’a tatile geliyorsanız daha az kalabalık zamanları kestirmeniz, aldığınız keyfi daha üst noktalara taşımak için önemli bir detay olacaktır.

Arabamızı Karaköy’de bir otoparka bıraktık. Kahvaltımızı evde yapıp çıktığımız için direkt olarak fünikülere yöneldik. Bu hat 17 Ocak 1875 yılında buharlı ve ahşap vagonu ile ilk yolcularını taşımış. Neredeyse 143 yıllık bir tarih. Bunun gibi deneyimleri Türkiye’de çok az yerde yaşayabiliriz sanırım. Dünyanın en eski ikinci metrosu ile gezintimize başlamak ne muhteşem bir his… Ve artık yürüyüşümüze başladık.

Daha önce de bahsettiğim gibi sokak aralarında o kadar çok durak var ki. Taksim Meydanı’na kadar yürüyüp sonrasında yeme içme turumuza başlarız diye düştük yola. İstiklal Caddesi’nde yürürken mutlaka ara ara kafanızı yukarı kaldırıp tarihi ve mimari zenginliklerimizin farkına varın. Eğer tarih, mimari, kültür ve sanat gibi konulara biraz merakınız varsa muhteşem bir geçitten geçtiğinizi hissetmeniz çok olası.

Taksim Meydanı’nda küçük bir festival alanı var. Yıl içerisinde sürekli olarak gezebileceğiniz, el emeği ürünler satın alıp, çay kahve içerek soluklanabileceğiniz bir alan burası. Biz de burada biraz gezinip ahşap işçiliklerinden, ipek dokumalarına, cam atölyelerinden, sahaflara kadar farklı stantlarda el emeklerinin güzelliğine bir kere daha şahit olduk. Bu alanda biraz vakit geçirdikten sonra, yiye içe caddeyi arşınlayalım istedik. Ne de olsa pazardı ve bu gün her şey mubahtı.

TARİHİ KALKANOĞLU PİLAVCISI

İlk olarak Ayhan Işık Sokak’ta yer alan Tarihi Kalkanoğlu Pilavcısı’na girdik. 1856 senesinde Padişah’ın pilavcısı Trabzon’a yerleşip bu işe girdiğinden beri nesilden nesle tencereleri kaynıyormuş. Zaten kapıdan içeriye girer girmez tereyağı kokusuna karışmış aile sıcaklığı kucaklıyor sizi. Özenle seçtikleri malzemeleri, yılların kazandırdığı tecrübe ile muazzam bir lezzet şölenine çeviriyorlar. Menüde kavurmalı pilav ve kuru fasulye var. Yanında da ev yapımı ayran… Yemeğinizi beklerken duvardaki tarihi fotoğrafları inceleyebilir, sizden önceki ziyaretçilerin fikirlerine göz atabilirsiniz. İsteyen her ziyaretçi masalara notlarını bırakabiliyor. Yemeğimizi yedikten sonra bir porsiyon kavurmalı pilav için 14 TL, bir bardak ev ayranı için ise 3 TL ödeyip göbeğimizi sıvazlayarak çıktık tekrar caddeye…

ÇİKOLATA AŞKINA: J’ADORE CHOCOLATIER

Başlığı atar atmaz suratıma bir tebessüm yerleşti. Burnuma o eşsiz çikolata kokusu da geldi oturdu. Tatlıyı hele ki çikolatayı seviyorsanız mutlaka uğramanız gerek J’adore Chocolatier&Cafe’ye. Emir Nevruz Sokak’ın sonunda yer alan bir kiliseye komşu, iki katlı küçücük ama samimi bir yer. Üst katında 5-6 tane masa var, alt kat ise mutfak ve kasadan ibaret. O kadar küçük ve sevimli bir yer ki… Hemen bir blok aşağısında hem yemek hem de tatlı menüsünün olduğu, daha geniş bir şubesi de var ama ben yazımda bahsedeceğim bu küçük ve samimi şubeyi daha çok seviyorum ve tercih ediyorum.

Başta da söylediğim gibi daha kapıdan içeriye adım atar atmaz çikolata kokusu ile karşılanıyorsunuz. Şanslıysanız zaten gelir gelmez girip oturabiliyorsunuz. Genellikle sıra oluyor kapıda. Fakat biz bu İstiklal Caddesi gezimiz için soğuk ve yağışlı bir pazar seçtiğimiz için şanslı azınlıktan olarak, hemen çıkıp boş bir masaya oturduk. Dekorasyon, duvardaki yazılar ve resimler, çalan müzik, ışıklandırma sizi 1920’lerin Fransa’sındaymışsınız gibi bir hisse sürüklüyor. Vazgeçemediğim lezzet olan “Oh la la Béatrice” ve çay sipariş ettik hemen ama aklım menüde kaldı. Fondüsü, çikolatalı pastası, suflesi ve sıcak çikolatası da deneyeceğim şaheserler arasında yerini aldı bile. Eğer çikolatayı ve tatlıyı sevmiyorsanız Béatrice size ağır gelebilir. Böyle bir durumda yanınızda bir suç ortağı olursa birlikte süper bir ziyafet çekebilirsiniz. Biz 15-20 dakika önce koca bir tabak pilav yediğimiz için bu günahı paylaştık. Normal bir zamanda ise hiç affetmem koca bir porsiyonu. Her lokmasından ayrı zevk alarak, her güzel şeyin bir sonu vardır inancına kendimizi teslim ederek bitirdik tatlılarımızı. Kapıda sıra olmayışının rahatlığı ile de ortamın keyfini de bir güzelce çıkardık. Bir porsiyon “Oh la la Béatrice” için 15 TL, çay için 3 TL ödeme yapıp düştük yola.

Burada bitiyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Henüz kahve içmeden bitmez, bitemez…

TÜRK-ALMAN KİTABEVİ KAFE

Caddenin Tünel bölgesinde yer alan, tarzını ve lezzetlerini sevdiğim Türk-Alman Kitabevi Kafe’ye uğruyoruz. Sakin zamanlarda üst katta oturmak o kadar keyifli ki. Maalesef bu zamanlar çok az olabiliyor tabii. 1955 yılında Avusturyalı bir bey tarafından yalnızca kitabevi olarak açılıp, 2015 yılından beri ise kafesi ile birlikte hizmet veren hoş bir mekân halini almış. Dekorasyonu ve müzikleri ile ruhunu bulan yerlerden burası da.  Türkçe, Almanca ve İngilizce dillerinde pek çok türde kitap satışı yapılıyor. Kitap raflarının arasında, bir cam dolaptan tatlılar ziyaretçilere göz kırpıyor. Şimdilik onlara daha sonra şans verelim, diyoruz. Kahve olarak latte, mocha, cappuccino gibi tanıdık kahveler ve çok güze bitki çayları var. Biz bir filtre kahve ve bir yasemin çayı sipariş ediyoruz. E bu da mide, günün son dokunuşunu iyi yapmak gerek diyoruz. Buranında keyfini çıkararak 15,5 TL tutan hesabımızı ödedikten sonra dönüş yoluna düşüyoruz.

Tünel’den ve Galata Kulesi’nden geçerek, koca zamanların yükünü pencere pervazlarında taşıyan, ekonomik kaygıların her şeyin önüne geçtiği şu günlerde “ben tarihim, ben kültürüm” diye dimdik ayakta duran ya da durmaya çalışan koca caddeden geçip Karaköy’den arabamıza binip evimize dönüyoruz. Biz sadece keyifli 3-5 saat geçirmedik, biz bu şehrin çilesini çektiğimiz kadar keyfini de sürmeyi denedik.

Rutinin kölesi olmadan, arada kafanızı havaya kaldırarak nefes almadan, İstanbul’u keşfedip ondan keyif almadan bu şehirde gerçekten sağlıklı kalamazsınız. Kalabalık var, trafik var keşmekeş var, evet. Bunlardan kaçamayız. Ama bunlara odaklanıp şikâyet etmek yerine bu medeniyetler beşiğini sonuna kadar yaşamak için elimizden geleni yapmalıyız. O kadar büyük bir tarih yatıyor ki, o kadar çok çeşitli kültüre ait izler var ki… Neden onları yaşamayalım?

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here